La Corda De Promo

2 Mart 2014 Pazar

(G)izlemek

 

  Yan masada oturan iki kız vardı. Bense tam çaprazlarında yazarlık üzerine kitap okumaya çalışıyordum. Zaman zaman, istemeden diyerek kendimi aklamaktansa dürüst davranmayı seçerek isteyerek kulak misafiri oluyordum. Oldum olası insanları izlemeyi sevmişimdir.
   Birisi bilgisayarda tasarım yaparken diğeri not geçiriyordu. Arada laklak yapmaksa bunu güzelleştirendir elbette. Yanlarına bir çift uğradı. Nereden tanıştıklarını anlayamadım fakat not geçiren kız, fazla samimiyetle "Selaaam" demeyi tercih ettiğine göre, 'Demekki oldukça samimiler' diye geçirdim içimden. Yalnızca üç dakika sonrasıydı yanıldığımı anladığım zaman. Çift masadan ayrılmıştı mazeret bildirerek. Not geçiren kız "Peki öyleyse hadi görüşürüüüzzz" demişti ağız dolusu gülümsemeyle arkasına dönerek. Sonra başını masaya çevirirken, çift üzerine alaycı hatta öyle ki aklından geçenleri doğrudan yüzüne yansıtan bir gülümseme attı ve arkadaşının da aynı ifadeye sahip olmasını dileyerek ona baktı.
   Hep böyle midir gerçekten?
   Samimiyetler üç dakikalık mıdır?
   Masadan kalkanların aklı, masada bıraktıklarında mı kalmalı ?
   Peki hangisine daha çok üzülmeli? Masadan kalkana mı, yoksa takıntığı maskeyle gurur duyan, masaya ilk oturana mı?
   Masaya sonradan gelmek sahiden bu ifadeyle uğurlanmayı mı gerektirir?

19 Şubat 2014 Çarşamba

Ayna Ayna !

 

   Türk Dil Kurumu'nca masal : "Genellikle halkın yarattığı, hayale dayanan, çoğunlukla insanlar, hayvanlar ile cadı, cin, dev, peri vb. varlıkların başından geçen olağanüstü olayları anlatan edebî tür " şeklinde tanımlanır. Ben bu tanımı biraz sorguluyorum doğrusu. Bir hayale dayandığı ve olağanüstü olduğu konusunda endişelerim var. İçinde "Ayna ayna söyle bana var mı benden güzeli bu dünyada?" cümlesi geçen bir masal ne kadar ütopik olarak tanımlanabilir ki? Masalın bize öğretilen tanımı "Olması mümkün olmayan" dı. Mümkündü. Yok muydu etrafımızda aynaya bakınca kendi kusurlarına göz kapayan? "Bana masal anlatma ya" cümlesi neden hep inanmak ya da duymak istemediklerimizi anlatır öyleyse? 
   Hepimizin başının üzerinde bir baloncuk var, içi bize dair bir kurmaca içeren. Aklımızda bir 'ben' var ve onu olmaya çalıştıkça bocalıyoruz sanki. Hepimizin aynası ruhen bizi 90-60-90 gösteren cinsten. Okurken üzerinize alınmak istemeyeceksiniz belki. Fakat ben yazarken üzerime alınarak yazıyorum. Bir kesim var, "Ben eleştiriye açık bir insanım, eleştirilmek isterim" cümlesi diline pelesenk. Oysa iş ciddiye bindiğinde, bir hatasını kendisiyle paylaştığında karşılığında günümüz ifadesiyle bir 'trip' alıyorsun. Sonra "Aman Ali Rıza Bey" moduna giriyor insan. Bir tahammül başlıyor. Fakat şu bir gerçek ki, her tahammül, içerisinde tahammülsüzlük barındırır.
   Herkes kendi kapısının önünü temizlese mantığı gibi, herkes ruhunu da temizlese keşke. 
   Bizim insanımız "Belki senin kağıt paran dönüp dolaşıp benim cebime girmiştir" cümlesine inandığı kadar, insan etkileşiminin ruhu ne denli etkilediğini, bir fikrin dönüp dolaşıp bize nasıl ulaştığına inanmamıştır. İşin kötüsü de, herkesin bir başkası için bu cümleleri kurması. Ne acı. Herkesin bir 'öteki'si var. Üzgünüm ama dünya gitgide yaşanılırlığını yitiriyor. Sayemizde. Ne demiş Sezen, "Aslına bakarsan insan olarak iyiyiz" Belki de bu cümledeki eksiklik hissini bulmalıyız.
   Eğer sizin için masal buysa, ben de bir masal yazarıyım evet.
   Şimdi,
   Bana bir masal anlat baba. İçinde gerçeklik olsun. 

17 Ocak 2014 Cuma

Nokta-lama.

                                   
 
                                        "Lütfen noktalama işaretlerine dikkat ediniz" 
    Noktalama işaretleri bazen kelimelerden fazlasıdır. Doğrudan değil, dolaylı anlatımdır. Cümlelerin mimikleridir esasen.  İmlâ kurallarının genel geçer olmasına itirazım var. Noktalama işaretleri, karakteristiklerdir. Hangi cümle içinde kullanıldığı, kullananın karakterini yansıtır. Onları doğru yere koymak, senin sanatındır. Özgün olmalıdır. 
    Yazılarımda araya işaretler gizlerim. Onlar benim vurgularımdır. Ses tonumdaki dalgalanmaların simgeleridir. Hâl böyleyse, kim karışır hangi işareti nereye koyacağıma? "Huzur isyanda" demiyorum, kişiliğimi yansıtan yazılar yazmak istiyorum. Her şeyiyle, hislerimle doldurduğum cümlelerimi kurallarla köreltmek istemiyorum. 
    Önceleri, kitap okurken, bazı yazarların cümle başındaki harfleri küçük yazmasını yadırgardım. 'Koskoca yazar olmuş, geldiği hâle bak' diye hayıflanırdım. Ah! Sevgili yazarlar, şimdi yazarlığa soyunan birisi olarak af dilesem kabul olur mu? Yaşamadan, hissetmeden yargılamak ne kolay bizler için. Oysa şimdi anlıyorum, küçük harfle başlamak, O'nun yazılarının kişiliğiydi. Kim bilir belki önceki cümleye hakikaten nokta koymamıştı, bitirememişti. Belki kopamamıştı o sayfadan, yeni bir sayfa açamamıştı.
    Yazar bi' nevi,  laf yerindeyse yaratıcıdır. Tanrı gibi değil elbette, ama kendisine verilenlerle yeni bir şey ortaya çıkaran, ona imzasını atandır. Yazıların altına imza atmak, bu nedenle önemlidir. O senindir, senin maneviyatın, senin karakterin, seni farklı kılan her şeydir o yazı.  Şarkı söylemek gibidir, noktalama işaretleri senin o şarkıdaki yorumundur. 
    Her cümle bir sahne ise, imlâ kuralları, yazarın kuklalarıdır. İpleri kesmeyiniz. 

9 Ocak 2014 Perşembe

Bir insan geçti dünyadan.

 

  Bi' insanı yalnız bir gün anmak hep yavan gelmiştir bana. Eskiden doğum günlerine çok anlam yüklerdim. Oysa ne saçma. Yo! Bittabi özel. Lâkin tüm sene içinizde tutup söylemediğiniz cümleleri o güne saklamak bi' tuhaf sanki. 
'Seni çok seviyorum' cümlesini ya da 'İyi ki varsın' cümlesini en çok o gün duymuşumdur. Sanki yalnız o gün seviliyormuşum gibi. Sözüm meclisten içeri hanımlar beyler. Bir insana sevildiğini hissettirmek için tüm sene gelecek olan bir günü beklemenin lüzumu nedir? Ben sevdiğini söylemenin gerekliliğine inananlardanım belki de. Küçükken annem ile babama yeterince söyleyemediğim içindir belki. Ancak mektuplarda konuşanlardandım. Şimdiyse her fırsatta.. Sevdiğini söyleyince şımarır der kimileri. Sen şımarmaz mısın derim ben de? Sevilmek, sevmek. Dünyanın en güzel hisleridir. 
    Bugün Cemal Süreyya'nın vefatının yıl dönümü. Aslında halâ yaşadığının kanıtı. (Süreyya yazdım farkındalıkla soyadına. Sevenler, tanıyanlar iyi bilir ki aslı budur.) Araya bir not sıkıştırmak isterim, ben bi' insanı bir gün anımsayanlardan değilim. Tutkulu bir şiirsever olarak satırlarıma onun cümleleriyle devam etmek istiyorum izninizle ; 

                                     "Yaşayanlar unutmuştu bizi,
                                                         Biz öldüğümüzle kalmıştık" 

    Yaşayanlar, yaşayanları da unutmamış mıydı? (Yazar burada farkında olmadan dalmıştır). Tam burada susmak geliyor içimden. Belki, gözlerim dolduğu içindir. Yaşarken sevmeye, affetmeye, anlayışlı olmaya çalışmadığı insan için kara günde yaş dökenleri ömrü hayatımca anlayamayacağım sanırım. 
Benim de selamımı eksik ettiklerim var elbet. Sanmayın ki bu kadın bir peri. O la la!
    İnsanım ben de yahu. Kırgınlıklarım,sustuklarım var elbet. Kimi zaman vefalıyım kimi zaman vefasız. Kimi zaman haklı kimi zaman hak-sız. Ama bi' vicdanım var. İçimi kemirdiğinde hiç düşünmeden ardından koşan gururum var. Kimileri buna gurursuzluk der. Ben demeyeceğim. Her an uzatmaya meyilli ellerim var. Neden uzatan sen değilsin diyen bi' kalbim var. Görmeye lüzumsuz, konuşan gözlerim var. 
Ve sevgili 'insanlar' :
Hepimizin her şey için bi' sebebi var. Mesken edindiğimiz.
Yaşayanlar da unutuluyordu. İncir çekirdekleriyle.
Vesselâm.